Metin Feyzioğlu neden CHP’ye başkan olamaz, neden başbakan olamaz?

Metin Feyzioğlu neden CHP’ye başkan olamaz, neden başbakan olamaz?

Metin Feyzioğlu neden CHP’ye başkan olamaz, neden başbakan olamaz?

Kamuoyunda testereli cinayet davası diye geçen Münnever Karabulut cinayetinde katil Cem Garipoğlu’nun babası Nida Garipoğlu’nu savunan avukat Metin Feyzioğlu’ydu. Münevver Karabulut’un babası Süreyya Karabulut Metin Feyzioğlu’nun avukatlığını yaptığı Cem Garipoğlu’nun babası Nida Garipoğlu’nun “cinayete iştirak etmek”ten ağırlaştırılmış müebbet hapis talebiyle yargılandığını hatırlatarak, “Nida Garipoğlu’nun iki gömleğinde rahmetli kızımın kanları vardı. Kızımın kanları gömleğine sıçramış. Gömleklerdeki kanlar incelemeye dahi alınmadı” demişti.

“Metin Feyzioğlu gerçekten adalet sahibi bir insan olsaydı, Cem Garipoğlu’nun ailesinin avukatlığını yapmazdı” diyen Süreyya Karabulut, Metin Feyzioğlu, bu toplumun yüzkarasıdır” diye konuşmuştu.

Süreyya Karabulut, Nida Garipoğlu’nun cezaevinde bir yıl kaldığını hatırlatarak, “Adaletin tecelli ettiği iddia ediliyor; maalesef benim adaletim tecelli etmedi. Metin Feyzioğlu’nun avukatlığını yaptığı Nida Garipoğlu, kızımın cinayetinde delilleri yok etme, kızımın kanlarının temizlenmesi, evin temizliği, oğlunun kaçmasını sağladı. Türkiye Barolar Birliği, Ankara Barosu, İstanbul Barosu bize avukat bile göndermedi” şeklinde duygularını ifade etmişti.

Bir televizyon programında kendisine “testere cinayetinde nasıl avukatlık yaptınız” diye sorulduğunda Metin Feyzioğlu “ben Cem Garipoğlu’nu değil babasını savundum” diye cevap veriyordu. Açıkçası ben Metin Feyzioğlu’nun açıklamalarını hiç de inandırıcı bulmadım.

Metin Feyzioğlu’nun CHP’nin genel başkan adayı olmasına gelince, Metin Feyzioğlu herhalde Ankara Barolar Birliği Başkanı olurum, oradan CHP başkanlığına atlarım, oradan da başbakan koltuğuna otururum diye hayaller kuruyor.

Bakın Feyzioğlu kimlerle görüşüyor. Görüşmeleri hız kesmeden sürdüren Feyzioğlu darbe yanlısı İşçi Partisi çevresiyle dirsek temasına girmiş. Feyzioğlu başta İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’le, eski Orgeneral İlker Başbuğ, gazeteci Tuncay Özkan ve emekli Orgeneral Bilgin Balanlı ile görüşmüş. Ardından Doğu Perinçek yaptığı açıklamayla Feyzioğlu’na destek çıktığını açıklamış.

Açıkçası Metin Feyzioğlu bana kendine aşırı güvenen, bu ülkenin para babalarının düğünlerine, cenazelerine koşan ve böylece başbakan olacağını zanneden, koltuk sevdası her halinden belli olan Mustafa Sarıgül’ü hatırlattı. O da kendinden çok emindi ama seçim sonuçları halkın aslında ne kadar basiretli ve ferasetli olduğunu gösterdi. Metin Feyzioğlu için de durum bence aynı, değişen hiçbirşey olmaz. İsterseniz bekleyin ve sonucunu görün.

Eğer CHP çıkış yolunu Metin Feyzioğlu’nda ararsa çok ama çok yanılır. Halkımız dindar, halkımız muhafazakar, halkımız dinine, maneviyatına düşkün. Karşısında bir dava adamı görmek istiyor, bulamayınca da CHP’den koşarak uzaklaşıyor.

Tuncay Özkan özür dileyecek mi?

Tuncay Özkan özür dileyecek mi?

Tuncay Özkan özür dileyecek mi?

 

Adalet, sevgi, özgürlük hep sana mı Tuncay Özkan, başkalarına yok mu?


Geçtiğimiz günlerde Fatih Altaylı’ya konuk olan Tuncay Özkan’ı dün dinleme fırsatı buldum. O tutuklanırken yüzünde müstehsi bir gülümseme olan, kendine aşırı güvenli Tuncay Özkan gitmiş, yerine kuzu gibi, sakin, halim selim bir adam gelmiş. Hapishanenin eğitimi gerçekten de çok başkadır. İnsanın üzerinde tarifsiz bir etki yaratır. Tuncay Özkan 517 gün tek başına hücrede tutulurken söylediği gibi bir şeyler düşünmüş ve bunlar ruhuna etki etmiş demek ki.

Tuncay Özkan tüm konuşmasında Fatih Altaylı’ya özgürlükten, eşitlikten, insan haklarından, ülkedeki adaletsizlikten, sevgisizlikten bahsedip durdu. Bir sürü polisin evini basmasının nasıl haksızlık olduğundan bahsetti, yargısız infazdan bahsetti. Herkes birbirine sevgiyle yaklaşmalıymış, adalet nerede kalmış, bunlardan bahsetti.

Peki ama 28 Şubat sürecinde gecenin bir yarısında yüzlerce kişi suçsuz yere içeri alınırken, hapiste işkence görürken, aileleriyle görüştürülmezken, kelepçelenip yerlerde oturtulurken, bir hafta uyutulmazken Tuncay Özkan neredeydi? Bu insanların aileleri yok muydu, ana babaları yok muydu? Çocukları yok muydu? Bu insanların bir hafta gördükleri işkenceden sonra nasıl tedavi gördüklerini, nasıl sakat kaldıklarını Tuncay Özkan bilmiyor muydu? Neden o zaman bir basın mensubu olarak bu adaletsizliğe karşı çıkmadı? Tam tersine bu masum insanların aleyhine çarşaf çarşaf aslı astarı olmayan ifadeleri tam sayfa gazetesinde yanıtladı. Onun bu yaptığını ne bir gece evlerinden alınan onca insan, ne de aileleri hiç unutmadı. Acaba Tuncay Özkan yüzlerce insanın ahını almış olamaz mıydı?

Bakın 28 Şubat sürecinde yüzlerce arkadaşı ile birlikte bir gece baskınında evinden alınan Kartal İş başlarına gelenleri nasıl anlatıyor:

Ekranda Fatih Altaylı ve Tuncay Özkan’ı görünce aklıma 28 Şubat döneminde Fatih Altaylı’nın benim ve diğer arkadaşlarım hakkında asılsız şikayeti, Adil Serdar Saçan’ın kasıtlı ve sonuçsuz operasyonu ve Tuncay Özkan’ın söz konusu haksız operasyonu basında halkta infial oluşması için çarpıtıp yönlendirmesi geldi. Ve hemen ardından acaba “birazdan Adil Serdar Saçan da bu ekibe katılır mı?” diye düşündüm.

Şimdi hukuktan, masumiyet karinesinden, kendisi hakkında yapıldığını düşündüğü olumsuz kampanyadan bahseden Tuncay Özkan’ın o zamanlardaki üslubu, yayıncılık anlayışı, değerleri hiç de şimdi anlattığı gibi değildi. Türkiye’de adeta basının efendisi gibiydi. İstediği haberi yapıyordu. Masumiyet karinesi onun için hiçbir şey ifade etmiyordu.

1999 yılında 12 Kasım’da saat 03:00’de 48 ayrı eve baskın yapmak suretiyle bana ve arkadaşlarıma bir operasyon yapıldı. Tamamen düzmece bir operasyona maruz kaldık. Bu operasyon sonucunda 98 kişi gözaltına alındı. Bu kişiler Türkiye’nin en iyi kolej ve üniversitelerinden mezun, bir kısmı doktora ve master öğrencisi olan, saygın mesleklere sahip ve en az iki yabancı dil bilen kişilerdi.

Normal bir gözaltı süreci olmadı. Kapılar kırılarak içeri girildi, arkadaşlarımız tekmelendi, yerlerde sürüklendi, değerli eşyalar tahrip edildi, antika halılarda sigaralar söndürüldü, kafalarımıza silahlar dayandı ve televizyon kameraları evlerimizin en mahrem yerlerine kadar girdi.

Gecenin bir saatinde bizi gözaltına alan polisler Ergenekon hükümlüsü Adil Serdar Saçan’ın başında bulunduğu İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne götürdüler. Binanın girişinde önceden haber verilen basın ordusu bizi bekliyordu. Ellerimiz kelepçeli olarak emniyete sokulurken polisler basının daha iyi görüntü alabilmesi için çaba harcıyorlardı. Basının girmesi yasak olmasına rağmen, bizimle birlikte emniyet binasının içine kadar girmişlerdi. Ve sonrasında da her gün basında yalan yanlış haberler çıkarıldı.

Emniyette 1 hafta kaldık. Bir hafta boyunca hayatlarında bir kez bile karakol yüzü görmemiş insanlara çok ağır işkenceler yapıldı. Emniyette yaşadığım işkenceler sonucunda hastaneye kaldırıldım. Daha sonra emniyette işkenceye maruz kalan kişiler olarak işkence raporları aldık. Bunun üzerine Adil Serdar Saçan ve adamları hakkında açılan işkence davası İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde halen devam ediyor. Hemen belirteyim gözaltına alındığımız Organize Suçlar Şube Müdürlüğü’nde Adil Serdar Saçan’ın müdürlük yaptığı dönemde işkence yapıldığına dair 4 ayrı kesinleşmiş mahkeme kararı da bulunmakta.

Şimdi televizyonda ağlayan, masumiyetten bahseden, “ailelerimiz, çocuklarımız var, aleyhte delil uyduruldu, mağdur edildik” diyen Tuncay Özkan, 1999 yılında Kanal D Haber Merkezini yönetti ve aynı zamanda Radikal Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmeni ve yazardı. 1999 yılında bana ve arkadaşlarıma karşı yürütülen iftira ve karalama kampanyasında başrolü üstlenmişti.

Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi olmaktan hüküm giyen Tuncay Özkan, yine Ergenekon Terör Örgütü hükümlüsü Adil Serdar Saçan’a medyada destek için bütün imkânlarını seferber etmişti. Nitekim İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Ergenekon Davası’nda verdiği esas hakkındaki mütalaasında ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise gerekçeli kararında Adil Serdar Saçan ile Tuncay Özkan arasındaki ilişkiyi delilleri ile açıklamıştır.

Tuncay Özkan, Adil Serdar Saçan’ın bizlere, günler süren işkenceler sonrasında, zor altında ve can kaygısı ile imzalattığı ifadelere, kanunen yasak olmasına rağmen günü güne sahip olmuştu. Hayatlarında savcı karşısına bile çıkmamış, vatanının milletini seven, dindar insanları, mensubu olduğu Doğan Grubu’nun televizyon ve yazılı basın organlarında çok çirkin psikolojik savaş yalanlarıyla tahkir etmeye çalışmıştır. Adil Serdar Saçan da bu hizmeti karşılığında Doğan Grubu’nun yayınlarında övücü haberlerle desteklenmiştir.

Tuncay Özkan, bizlere işkenceyle imzalatılan düzmece ifadeleri, arama tutanaklarını, çeşitli zabıtları, özel telefon konuşmalarımız gibi yasal koruma altındaki belgeleri, kanunlara aykırı olarak günü gününe elde etmiştirBunlar biz daha Emniyet’ten bile çıkmadan Tuncay Özkan’ın çalıştığı kurumun gazete ve televizyonlarında yayınlanmıştır. Öyle ki bu belgeleri biz dahi ancak iddianame yazıldıktan sonra alabildik. Burada da Tuncay Özkan’ın basın etiği anlayışını, insan hakları ihlalini ve insanları rencide etmekten hiç çekinmediğini görüyoruz.

Psikolojik savaş uygulayıcıları bu belgeleri aylarca yayınlayarak benim ve arkadaşlarım aleyhinde kamuoyu oluşturmayı ve açılacak dava dosyasına bakacak hâkimler üzerinde psikolojik baskı kurmayı hedeflemişler ve bunda da başarılı olmuşlardır. 46 kişinin yargılandığı davada 7 arkadaşım kamuoyunda infial oluştuğu gerekçesiyle suçsuz yere 9 aya yakın hapis yatmak zorunda kaldılar. Kamuoyunda infiallerin oluşturulmasında başroldeki kişi yukarıda da bahsettiğim gibi Tuncay Özkan ve emrindeki medya idi.

Bana ve arkadaşlarıma yapılan operasyonunun yapıldığı dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır, 28 Şubat sürecini araştıran TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na verdiği 10.10.2012 tarihli ifadede Tuncay Özkan ile Adil Serdar Saçan arasındaki ilişkiyi şöyle anlatmış:

“…işte İSTANBUL’LA İLGİLİ KARARLAR ALMAYA BAŞLADILAR. Bunlar arasında, Sayın Bakan, ADİL SERDAR SAÇAN -BAŞKA KİM VARDI- TUNCAY ÖZKAN… Sık sık toplanıp ‘Şöyle olsun böyle olsun’ ve orada alınan kararlar veya orada yapılan görüşmelerden sonra olduğunu tahmin ediyorum Organize Suçlar Müdürü acayip operasyonlar yaptı.”

Tuncay Özkan ve Adil Serdar Saçan, 28 Şubat sürecinin yarattığı havanın da etkisiyle kendilerine dokunulmazlık sağlamışlar, medya desteği ve siyasi koruma sayesinde, başta bize yapılan operasyon olmak üzere pek çok kanunsuz eylemlerini hiçbir engelle karşılaşmadan sürdürmüşlerdir. Bu ikili arasındaki yakın ilişki, Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nin sorgucuları Ahmet İhtiyaroğlu ve Kemal Karademir’in Ergenekon Davası’ndaki ifadelerinde de yer almıştır.

Bazı soruşturmalarda Adil Serdar Saçan’ın Tuncay Özkan’a sürekli telefonla bilgi verdiği hatta Tuncay Özkan’ın sorgu konusunda Adil Serdar Saçan’ı yönlendirdiği de basına yansıyan haberler arasındadır. İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu 11.02.2004 2004/10 nolu kararıyla, Adil Serdar Saçan görevden alınmıştır. Kararda “Saçan’ın gizli tutulması zorunlu olan görevi ile ilgili bulunan bilgi ve belgeleri görevli veya yetkili olmayan kişilere açıkladığı” ve yetkili olmayan kişinin de Tuncay Özkan olduğu belirtilmiştir.

Eski İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in Ergenekon hükümlüsü Tuncay Özkan ile yaptığı görüşmenin ses kaydı yayınlanmıştı. Bu görüşmede Engin, “Sorgulamayı başından sonuna kadar talimatınızla yürütüyoruz” dediği Özkan’dan yardım istiyor.

Teketek’te Tuncay Özkan “İnsanlar evlerinde güven içinde uyusunlar, sabah güven içinde kalksınlar bunu anlatmak lazım” diyor. “Benim 6 yılım benim hayatım böyle çalınabilir mi? Bu nasıl bir şeydir?” diyordu.

Tuncay Özkan bunları söylerken geçmişte yaptıklarını gazete ve televizyonda attırdığı manşetleri, halkta Müslümanlara karşı oluşturdukları infialleri, yaptığı yargısız infazları acaba hiç düşünüyor mu?

“Ruhsatlı silahım için ruhsatsız dediler” diyor. Bilgisayarlarımızın CD sürücülerini “hard disk silme cihazı, herkesin bildiği güvenlik kameralarını gizli kamera” diye manşetlere kendisi taşımamış mıydı?

Yaptığı haberler yüzünden itibarı zedelenen, üzüntüden hastalanan, okullarından ve işlerinden atılan onlarca kişi var. O zaman soruyorum: Kendisinin başkalarına yaptıkları kendi başına gelince acaba ne düşündü? Umarım tövbe etmiştir. Allah Kuran’da tövbe kapısının her zaman açık olduğunu bildirmiştir.

Tuncay Özkan samimi olmalı. Samimiyet ise vicdanla olur. Şu an merak ettiğim, Tuncay Özkan geçmişte yaptığı düzmece haberlerden ve bu uydurma haberler yüzünden suçsuz yere hapis yatanlardan, dağılan ailelerden, işkence görenlerden, itibarı zedelenenlerden kısaca geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyecek mi?

Evet, bende soruyorum. Tuncay Özkan bu masum insanlardan ve ailelerinden özür dileyecek mi? Yoksa programda bahsettiği özgürlük, eşitlik, sevgi, adalet sözleri sadece kendisi için mi geçerli? Tekrar soruyorum. O bu masum insanlar hakkında gazetesinde çarşaf çarşaf haberler yaparken o anaların, babaların ahını almış olamaz mı? Madem hapiste vicdan sorgulaması yapmış, madem kendisiyle yüzleşmiş, acaba bu yaptıklarını da düşünmüş müdür diye düşünüyorum ve bende ne zaman özür dileyecek diye bekliyorum.

Tüm yazılarım: https://erkanarkutyaziyor.wordpress.com/

Video sayfam: http://video.mynet.com/erkanarkut/videolari/liste